19 Mart 2011 Cumartesi

Zürafa, Fil ve Zebra

Telefonum çaldı, kimin aradığını merak bile etmedim. Ya babamdır, ya da ah bir arkadaşımız vardı diyen iki üç kişiden biridir. Israrla çalmaya devam edince açtım. Kim olduğuna bakmadım.

"Alo?"

"Haydi aşağı in, herkes burada!"

Ah bir Betü vardı, onu da arıyayım diyen bir arkadaş. Bu yataktan hiç çıkmak istemiyorum halbuki. Gitsem mi? Gitmek istemiyorum! Ne zaman kafam karışsa ayak parmaklarımla oynarım. Bunu biliyorlar. İşareti gören zürafa hemen atıldı:

"Gitmeyelim ne olur!"

Fil, zürafayla tartışma fırsatını kaçırmazdı ama bu sefer beni şaşırttı:

"Yeni bira açtık zaten, ne işimiz var orada? Yorganın altı ne güzel, sıcacık."

Tartıştıkları zamanlara kızıyorum ama anlaşmalarına da tahammülüm yok. Hatta benimle yaşamalarını bile istemiyorum artık. Ben en iyisi önce nasıl tanıştığımızı anlatayım; fille zürafa Mart ayının ikisinde sabaha karşı yanıma geldiler. El ele tutuşup, efendi efendi gidecek yerlerinin olmadığını söylediler. O kadar küçüklerdi ki, onları görebilmek için yere diz çökmek zorunda kaldım. Elbette önce olmaz dedim, burası yeterince kalabalık. Etraflarına baktılar. Bu koca odada bir sen, bir de sana yüz vermeyen bir kuş bozuntusu var, hiç kalabalık değil dediler. Güçlü bir tokat yemiş gibi oldum. Bu kalabalığı göremiyorlardı demek ki. Halbuki düşünce bulutlarım kaplamıştı her yeri. Bu odada bana bile yer yok dedim. Bakıştılar.

"Zaten biz sadece omzunda yaşayabiliriz."

Gidin dedim, omuzlarımda da size yer yok! Tekrar el ele tutuşup kapıya yöneldiler. İçim el vermedi. Kalmalarına izin verdim. O günden beri beraberiz. Buna beraberlik denmez ama. O kadar çok konuşup, tartışıyorlar ki! Onları duymamak için kulaklarımı silikonla doldurduğum günler oldu. Benden kalacak yer rica ettikleri günkü efendilikten, ağırbaşlılıktan eser kalmamıştı. Kandırdılar beni. Çareyi fili sağ, zürafayı sol omzuma koyup, omuzlar arası geçişi yasaklamakta buldum. Bu defa biri sağ omzumda hadi ölelim diye kulağıma bağırırken, diğeri sol kulağıma dışarıdaki kedileri sevsek ne güzel olur diye şarkı söyledi. Ama bugün farklıydı işte, ikisi de ağız birliği yapıp kalalım diyorlardı. Bir fısıltı duydum:

"Haydi gidelim, iyi gelecek, göreceksin."
"Aa! sen nereden çıktın?"
"Fille zürafaya belli etme lütfen, ben zebrayım, yüzük parmağının ikinci boğumunda yaşıyorum."
"Ne işin var orada? Ne zamandır oradasın?"
"Bilmem, iki seneyi geçti. Beni kovma tamam mı? Lütfen... Haydi onları dinleme, gidelim."

Gittik. Gitmezsek kırk yılın başında bir de aramazlar artık. Yanlarına gidince sarıldılar bize. Dokunmayın diyemedim. Fil fiziksel temastan hoşlanmıyor, zürafa ter kokunuzdan rahatsız oluyor, sarılmayalım diyemedim. Zebra benim için mutluydu sanırım. Ağlamak üzereydi. Mutluluktan mı hüzünden mi kestiremiyorum. Hüzünden olabilir. Anlatacak bir şeyi olmadığından olabilir. Soranlara iyi diye yalan söylemekten olabilir. O da dokunulmaktan rahatsız olmuş olabilir. Sarılma ve nerelerdesin faslı çok yordu bizi. Oturmak istedik.

"Nereye oturabiliriz?"
"Şurada bir sandalye olacaktı."
"Dört kişi bir sandalyeye sığar mı allah aşkına?"
"Ne diyorsun kuzum sen? Ne dört kişisi?"
"Siz göremiyor musunuz?"
"Kimi?"

Nasıl fille zürafa odadaki düşünce kalabalığını göremiyorsa, onlar da yol arkadaşlarımı göremiyordu. Bakın sağ omzumda bir fil, sol omzumda bir zürafa var diye açıklamaya gücüm yoktu, hele elimi uzatıp, bakın buradaki de zebra demek çok gözümde büyüdü. Bir şey söylemeden sandalyeye sığmaya çalıştık. Nasıl göremiyorlardı? O kadar kaburgalarımı kırana kadar sarıldılar. Nasıl farketmezler? Sarılmak, seni özledim demek bir yakınlık göstergesi değil demek ki. Azıcık yanımda olsalardı belki görürlerdi, kim bu yakışıklı zürafa ve bu güzeller güzeli fil derlerdi. Gerçi senelerce benden habersiz yüzük parmağımda yaşamış bir zebram var, ben bile kendime o kadar yakın değilken başka kimseyi bana yeterince yakın olmayıp, omuzlarımda yaşayan kiracılarımı farketmemekle suçlayamam.

(Aslında herkese biraz haksızlık etmiş olabilirim.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...